1 Kasım 2012 Perşembe

10. sınıf dil ve anlatım kitabının tüm konuları, özet konu anlatımları, 1. 2. ve 3. üniteler, sunum, tartışma nedir, panel nedir, DİĞER TARTIŞMA ÇEŞİTLERİ, münazara nedir, BİLGİ ŞÖLENİ ( SEMPOZYUM), AÇIK OTURUM, forum, Ünitelerin özetleri


10. sınıf dil ve anlatım kitabının tüm konuları, özet konu anlatımları, 1. 2. ve 3. üniteler, sunum, tartışma nedir, panel nedir, DİĞER TARTIŞMA ÇEŞİTLERİ, münazara nedir, BİLGİ ŞÖLENİ ( SEMPOZYUM), AÇIK OTURUM, forum, Ünitelerin özetleri


I.ÜNİTE
1.SUNUM
2.TARTIŞMA
3.PANEL
II.ÜNİTE
ANLATIM VE ÖZELLİKLERİ
1.ANLATIMA HAZIRLIK
2 ANLATIMDA TEMA VE KONU
3 ANLATIMDA SINIFLANDIRMA
4 ANLATIMIN VE ANLATICININ AMACI
5 ANLATIMDA ANLATICININ TAVRI
6 ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ
7 ANLATIMIN OLUŞUMU
8 ANLATIM TÜRLERİNİN SINIFLANDIRILMASI
III. ÜNİTE
ANLATIM TÜRLERİ
1.BETİMLEYİCİ ANLATIM
2.ÖYKÜLEYİCİ ANLATIM
3.COŞKU VE HEYECANA BAĞLI (LİRİK) ANLATIM
4.DESTANSI(EPİK)ANLATIM
5.EMREDİCİ ANLATIM
6.ÖĞRETİCİ ANLATIM
7.AÇIKLAYICI ANLATIM
8.TARTIŞMACI ANLATIM
9.KANITLAYICI ANLATIM
10DÜŞSEL (FANTASTİK) ANLATIM
11.GELECEKTEN SÖZ EDEN ANLATIM
12.SÖYLEŞMEYE BAĞLI ANLATIM (DİYALOG)
13.MİZAHİ ANLATIM



I.ÜNİTE
1.SUNUM
İnsan hayatı, bir toplumun içinde mevcuttur. Bu toplumda her an insanlarla iletişim içindeyiz. Konuşurken, yazarken,bakarken,ve hasılı her zaman bir iletişimle ,bir sunumla karşı karşıyayız. Lokantayı seçerken bile garsonların servisine dikkat ederiz. Garsonun dış görünüşü, işteki ustalığı, müşteriye karşı tavrı o lokantayı seçmemizde birinci derecede etkilidir. Yemekler çok güzel ve kaliteli olabilir; ancak onu sunan bunu gerektiği gibi sunmuyorsa yani kendisi bal; yüzü sirke satıyorsa, yemekler ne kadar kaliteli olsa da asla bir daha orayı tercih etmeyiz.
Öğretmenlerimiz derslerde cd, vcd, tepegöz, slayt, internet, bilgisayar gibi teknolojilerden yararlanırlarsa; dersi daha iyi sunmak için gayret ederlerse bizim dersi daha iyi anlamamızı sağlarlar.
Sonuç olarak hayatımızın her köşesinde karşılaştığımız sunum konusunu bilmek ve en etkili biçimde kullanmamız gerekir.
Bilgileri yenileyen, pekiştiren, hatırlatan, önemli nokta/an öne çıkaran; bir çalışma sonucunu açıklayan; laboratuvar araştırmalarını sunan, anket sonuçlarını ifade eden; önemli olay ve olguları dile getirmek üzere yapılan konuşmalara sunum adı verilir.
Sunumda amaç; bilgileri yenileme, araştırma ve anket sonuçlarını değerlendirme, bilime katkıda bulunmadır. Sunumlarda dinleyici kitlesinin, konuya ilgi duyan kişilerden oluşur ve sunumda eldeki teknik imkânlardan yararlanmaya özen gösterilir
Sunumdan önce yapılması gerekenler
Sunumu yapan kişinin sunumdan önce bazı noktalara dikkat etmesi gerekir.
Öncelikle bir konu seçilmelidir. Bu konu güncel olmalıdır.
Sunumun hazırlığında bol ve değişik kaynaktan yararlanmak faydalıdır.
Sunum yerinin daha önceden görülmesi gerekir.
Prova yapma, kullanacağı malzemelerin kontrolü sunumu yapan kişinin amacına ulaşmasında yararlı olacaktır.
Sunum sırasında yapılması gerekenler
Sunum esnasında ciddi, ağırbaşlı, temiz ve derli toplu görünüm önemlidir.
Sunum yapacak kişi konuşma anında ses tonuna, jest ve mimiklerine, sahneyi veya kürsüyü rahat kullanmaya özen göstermelidir.
Konuşmacının dinleyicilerle, başta bakışlar olmak üzere, vücut diliyle iletişim kurması daha etkili olur.
Konuşmacı ses ve kelimelerin doğru telaffuza özen göstermesi gerekir.
Sunumda, bilgisayar, cd, disket, projeksiyon cihazı, slayt makineleri, mikrofon gibi teknolojik araçlardan faydalanabiliriz.
Görsel malzemenin en az espri kadar konuşmanıza ilgi ve tat katacağını unutmamalıyız.
Görsel malzemenin kullanılış amacı:
Dinleyicilerin verilen bilgileri iyi algılamaları için
Fikirleri, kavramları vb. anlatırken zaman kazanmak için
Yanlış anlamalardan kaçınmak için
Fikirleri sağlamlaştırmak için
Tat ve espri katmak için
İyi hazırlanmış görsel malzemeyi, konuşmacı konuyla güzel ve uyumlu bir şekilde kullandığı zaman başarılı olur. Aksi durumlarda görsel araçlar dinleyicinin dikkatini dağıtabilir. Başka konuşmacı görsel malzeme kullanıyor diye değil, sizin konuşmanız görsel malzeme gerektiriyorsa kullanmalısınız.
Rakamlar, söylendiklerinde anlaşılmaları güç şeylerdir. Görsel olarak sergilendiklerinde daha kolay anlaşılır. Konuşmada; %55 görüntü, %38 ses, %7 sözler etkili olduğuna göre buradan slaytın önemi daha iyi ortaya çıkar..Bu yüzden sunum esnasında, slaytlarda, konunun önemli yönlerini belirten özlü, açık ve etkili ifadeler yer almalıdır.Slayt metinlerini dinleyiciler dikkatle okurlar.Slaytlarla konuşma eş zamanlı olarak verilmelidir.
Sunumda, gerektiğinde daha önce hazırlanmış bazı belgeler, grafikler ve şekiller kullanılabilir. Malzemeleri bir başkası kullanacak ise konuşmacı ile malzemeleri kullanan kişi arasında uyum kaçınılmazdır.
Sunumda gereksiz ayrıntılara girilmemesi gerekir.
Sunum sonrasında yapılması gerekenler
Sunum yapan konuşmacı sunumdan sonra dinleyicilerin soru sormalarına müsaade etmelidir.
Konuşmacı sorulan sorulara tartışmaya girmeden doyurucu,açık ve net cevaplar vermelidir.
2.TARTIŞMA
Bilgi, paylaşarak çoğalır. Eğer ilk insandan bu yana insanlar düşüncelerini birbirleriyle paylaşmasalardı doğru, iyi ve güzeli bulamazlardı. Bilimin ve teknolojinin gelişmesini de bu bilgi paylaşımına borçluyuz. Bütün bunlar da tartışmayla olur. Tartışma, bir nevi paylaşmadır. Her şeyin zıttıyla var olduğunu düşünürsek, tartışmada her düşüncenin karşıtını alarak zenginleşir. Tartışmayla analiz ve sentez yeteneğimizi geliştiririz. Kısaca tartışma olmasaydı insanlık gelişmez, hayat tekdüze, renksiz ve tatsız olurdu.
Bir sorunun tartışılarak çözülebileceğine inanıyoruz. Bir konu enine boyuna tartışılarak artıları, eksileri ortaya konur. Böylece bir uzlaşma sağlanabilir.”Doğrular, düşüncelerin çarpışmasıyla ortaya çıkar.” sözü, tartışmanın önemini ortaya koyan bir sözdür. İnsanlar, farklı farklı düşüncelere sahiptir. “Akıl akıldan üstündür.” derler atalarımız. Buradan hareketle farklı fikirlerin ortaya konduğu tartışmalarda bizim bilmediğimiz veya farklı açıdan bakmadığımız fikirleri görme imkânı bulabiliriz. Böylece paylaşılan bu fikirler bizleri doğruya ulaştırır.
Tartışma, bir konu çevresinde lehte ve aleyhte karşılıklı düşünceleri ortaya koyma, problemlere cevap ve çözüm bulma; gerçek, doğru, iyi ve güzel olanı birlikte aramaktır. (Doğru, iyi ve güzelin zamana bağlı olduğunu unutmamak gerekir.)
Tartışmada; karşılıklı saygı ve hoşgörü, nazik, toleranslı, sabırlı olma; konuşma kurallarına, verilen zamana ve sıraya uyma amaca ulaşmada yararlıdır.
Tartışmada bir konuda edinilmiş peşin hükümlerin, önceden alınmış kesin kararların, bilineni farklı cümlelerle devamlı tekrar etmenin, konu dışına çıkmanın tartışmaya yarar sağlamayacağı açıktır.
Tartışmayı yöneten bir başkana ihtiyaç vardır. Başkanın; konuyu ortaya koyup sınırlaması; konuşmacıların konu dışına çıkmalarını, konuyla ilgisiz ve gereksiz konuşmalarını engellemesi, konuşmacıların birbirini suçlamaya yönelik konuşmalarına izin vermemesi, tartışmanın kurallarına uygun yürütülmesini ve bir sonuca ulaştırılmasını, bu sonucun da bir rapor haline getirilmesini sağlaması gerekir.
Bazı tartışmaların sonuçları yalnızca basın aracılığıyla duyurulur; bazıları ise basına ve halka açık olur. Dinleyicilerin huzurunda, dinleyiciler için gerçekleştirilen bu tartışmalarda konuşmacılar tartışma konusundaki bilgi, birikim, görgü, düşünce ve kanaatlerini halka iletirler; onları bilgilendirmeyi, yönlendirmeyi amaçlarlar. Bu tip tartışmalarda kamuoyu yaratma endişesi konuşmacı-dinleyici ilişkisini belirleyen önemli faktördür. Tartışmalar düzenleniş amaçlarına, hedef dinleyici kitlesinin zevk, kültür ve anlayışına göre değişik nitelikler kazanır.
Tartışmalarda dil, gönderme ve anlatım işleviyle kullanılır. Burada dilin çift işlevliliğinden söz edebiliriz. Mesela “Açık oturum, bal rengi, ipek böceği, karış karış, ruh bilimi, un helvası, yaban gülü. Bunların her biri birer birleşik kelimedir. Birleşik kelime, çünkü iki söz bir araya geliyor ve tek bir kavrama karşılık olu¬yor. Ama bu tek kavramı oluşturan sözlerden her biri kendi anlamını koruyor. Bunlar ayrı yazmakla bir ke¬lime olma özelliğini yitirmez.” cümleleri dilin gönderme işlevi olan cümlelerdir.
“Teşekkür ederim Sayın Başkan. Burada oturan hocalarımızın hepsi bizden oldukça büyük ve bazıları şahsen hocam oldular. Bu yüzden incitici veya kıncı şeyler söylemem tabi ki beklenemez.” Cümlelerinde ise dil, anlatım işleviyle kullanılmıştır.
3. PANEL
Panel tartışma türlerinden bir tanesidir.Toplumu ilgilendiren bir konunun dinleyiciler önünde, sohbet havası içinde, uzmanları tarafından tartışıldığı konuşmalara panel denir. Açık oturum ile panel özellikleri yönüyle birbirlerine çok benzerler. Hatta bazı kitaplarda panel ile açık oturum aynı konuşma türü olarak verilir. Arada sadece üslup farkı vardır.
Panelde amaç, bir konuda karara varmaktan ziyade sorunu çeşitli yönleriyle aydınlatmak, farklı görüşlerle farklı anlayışları ortaya koymaktır.
Panelde de bir başkan bulunur. Konuşmacı sayısı 3 ile 6 arasında değişebilir. Konuşmacılar, uzmanı oldukları konunun ayrı birer yönünü ele alırlar. Konuşmalar, açık oturumda olduğu gibi başkanın verdiği sıraya ve süreye göre yapılır.
Panelin sonunda, dinleyiciler panel üyelerine soru sorabilirler. Tartışma dinleyicilere de geçerse o zaman tartışma, forum şekline dönüşür.
DİĞER TARTIŞMA ÇEŞİTLERİ
MÜNAZARA nedir
Birer cümle halinde ifade edilen bir tezle antitezin, iki grup arasında bir hakem heyeti (jüri) huzurunda tartışıldığı konuşmalara münazara denir. Tartışmalarda yarışma kaygısı olmadığı halde, münazaralar birer fikir ve söz yarışmasıdır.
Tartışmalar için geçerli olan kurallar, münazaralar için de geçerlidir.
Bir başkan yönetiminde, jüri önünde yapılan münazarada gruplardaki konuşmacı sayısı bir ile dört arasında değişebilir. Her grup kendi grup sözcüsünü (veya başkanını) önceden belirler. Münazaranın uygulanış şekilleri arasında küçük farklılıklar olmakla birlikte grup sözcüleri sırasıyla gruptaki arkadaşları tanıtırlar ve konuyu hangi yönlerden ele alacaklarını belirtirler. Daha sonra grup üyeleri konuşmalarını yapar. Son olarak sözcüler savunmalarını yaparak münazarayı bitirirler. Jüri, konuşmacıların hazırlıklarını, savunmalarını ve konuşmadaki başarılarını göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yapar ve galip tarafı belirler. Münazaralar genellikle sınıf ortamında yapılan tartışmalardır.

BİLGİ ŞÖLENİ ( SEMPOZYUM)
Bir konunun çeşitli yönleri üzerinde, aynı oturumda, konunun uzmanı değişik kimseler tarafından (çoğunlukla akademik konularda) yapılan seri konuşmalara bilgi şöleni (sempozyum) denir.
Bilgi şöleni, diğer konuşma türlerine göre daha ilmi ve ciddi bir sohbet havası içinde geçer. Konuşmacılar, konuyu kendi ilgi alanları açısından ele alırlar. Mesela, Yunus Emre konulu bir bilgi şöleninde konuşmacılardan biri onun yaşadığı dönemdeki siyasi gelişmeleri ele alırken; bir başkası Yunus Emre’nin şiirlerindeki insan sevgisinden bahsedebilir.
Bilgi şöleninde amaç, konuyu tartışmak değil, uzmanları tarafından olumlu ve olumsuz yönleriyle değerlendirilerek konuya bir çözüm üretmektir. Konuşmaların sonunda oturum başkanı, konuyu özetler ve çıkan sonucu dinleyicilere aktarır.
Bilgi şölenini, oturum başkanı yönetir. Konuşmacı üyelerin sayısı üç ile altı arasında değişebilir.
Üyelerin konuşma süreleri genellikle beş dakikadan az, yirmi dakikadan çok olmaz. Bilgi şöleni, konunun önemine ve uzunluğuna göre oturumlar halinde, ayrı salonlarda birkaç gün boyunca da sürebilir. Bu nitelikteki konuşmalar genellikle akademik konularda olur.
AÇIK OTURUM nedir
Geniş halk kitlelerini ilgilendiren bir konunun, uzmanlarınca bir başkan yönetiminde dinleyici grubu önünde tartışıldığı konuşmalara açık oturum denir. Açık oturum, büyük bir salonda dinleyiciler önünde yapılabileceği gibi stüdyoya davet edilen dinleyiciler önünde veya dinleyici grubu olmadan da radyoda ya da televizyonda yapılabilir.
Konuşmacı sayısının üç veya beş kişi olarak tespit edildiği açık oturumlarda başkan önce konuyu açıklar, sonra konuşmacıları tanıtır ve sırayla söz verir. Başkanın konu hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Başkan, sırasıyla ve dönüşümlü olarak konuşmacılara sorular yöneltir, gerektiğinde kısa bir değerlendirme yapar. Tartışma boyunca tarafsız olmak, konuşmacılara verilen süreyi dengeli bir şekilde ayarlamak, tartışma kurallarının dışına çıkılmasını engellemek başkanın görevleri arasındadır.
Açık oturumun süresi konuya göre ayarlanmalıdır.

FORUM
Bir başkanın yönetiminde, toplumu ilgilendiren bir konuda, farklı gruplardan oluşan dinleyicilerin söz sı¬rası alarak konuşma kuralları içerisinde yaptıkları tartışmalara forum denir.
Forum, panelin devamında yapılacaksa başkan, panelin süresini bir saat; forumun süresini de yarım sa¬at olarak sınırlayabilir. Bu durumda, panelden sonra forum yapılacağı konuşmalara başlanmadan duyurul¬malıdır.
Forum, toplu tartışmaların başlı başına bir çeşidi sayılmamakla birlikte, dinleyicilerin konu üzerinde da¬ha aktif ve farklı bakış açılarıyla düşünmelerini sağlar. Foruma davet edilen uzmanların görüşlerine de müracaat edilerek ortaya çıkabilecek yanlış anlayışların önüne geçilir.
Esasen forumda amaç belli kararlara varmak değil, konuyu değişik anlayışlarla, farklı boyutlarıyla ortaya koymaktır.
Forumda söz alan dinleyiciler, konuyla ilgisi olmayan özel sorunlarına değinmemelidir.
Sorular kısa, açık ve net olmalı, tartışma saygı kuralları içerisinde, kıncılıktan uzak, samimi bir hava içerisinde yapılmalı, tartışmadan beklenen amaca yardımcı olunmalıdır.
1.ÜNİTEDEKİ KONULARLA ALAKALI ÖZET BİLGİLER
Münazara birer cümle halinde ifade edilen bir tezle antitezin, iki grup arasında bir hakem heyeti (jüri), huzurunda tartışıldığı konuşmalarken; bilgi şöleni (sempozyum) bir konunun çeşitli yönleri üzerinde, aynı oturumda, konunun uzmanı değişik kimseler tarafından (çoğunlukla akademik konularda) yapılan seri konuşmalardır. Açık oturum geniş halk kitlelerini ilgilendiren bir konunun, uzmanlarınca bir başkan yönetiminde dinleyici grubu önünde tartışıldığı konuşmalardır. Forum ise bir başkanın yönetiminde, toplumu ilgilendiren bir konuda, farklı gruplardan oluşan dinleyicilerin söz sırası alarak konuşma kuralları içerisinde yaptıkları tartışmalardır. Görülüyor ki münazara bir fikir yarışmasıdır. Diğer tartışmalarda böyle bir durum söz konusu değildir. Tartışmalar dinleyici önünde yapılırken dinleyicilerin de aynı zamanda tartışanların aynı kimseler olduğu tartışma olan forumlar bu yönüyle diğer tartışmalardan ayrılırlar.
 Tartışmanın hiçbir adabına uymadan yapılan ağız kavgasına, çekişmeye münakaşa denir. Tartışma ise bir grubu (veya çoğunluğu) ilgilendiren, daha önceden belirlenen bir konu hakkında farklı düşünceleri olan kişilerin konuyla ilgili görüşlerini açıklamak, konuyu (veya sorunu) çözmek, muhatabın zayıf yönlerini aramak amacıyla bir araya gelerek yaptıkları karşılıklı konuşmaya denir. Louis D. Brandeis, “Her münakaşanın temelinde birisinin cahilliği yatar.”demiştir
Hemen bütün tartışmalarda oturum başkanı ve üyeler vardır. Bilgi şöleni, diğer konuşma türlerine göre daha ilmi ve ciddi bir sohbet havası içinde geçer. Bilgi şöleninden amaç, konuyu tartışmak değil, uzmanları tarafından olumlu ve olumsuz yönleriyle değerlendirilen konuya bir çözüm üretmektir. Bu yönüyle bilgi şöleni, diğer tartışma türlerinden ayrılır. Açık oturum ile panel, toplumu ilgilendiren bir konunun dinleyiciler önünde, sohbet havası içinde, uzmanları tarafından tartışıldığı konuşmalar olduğundan birbirlerine çok benzerler. Panelin sonun¬da, dinleyicilerin panel üyelerine soru sorması ve dinleyicilerin de tartışmaya katılması tartışmanın forum şekline dönüşmesine neden olur. Bu nedenle panellerin forumla iç içeliği söz konusudur.
Açık oturum, panel, bilgi şöleni, forum gibi tartışmalar dinleyicilerin huzurunda dinleyiciler için gerçekleştirilmektedir. Bu tartışmalarda konuşmacıların tartışma konusundaki bilgi, birikim, görgü, düşünce ve kanaatlerini halka iletip onları bilgilendirmeleri ve yönlendirmeleri amaçlanır. Bu tip tartışmalarda kamuoyu yaratma endişesi konuşmacı-dinleyici ilişkisini belirleyen en önemli faktördür.








ÜNİTE II
ANLATIM VE ÖZELLİKLERİ
1.ANLATIMA HAZIRLIK
Tarih yazıyla başlar. Tarih, geçmişte toplumların yaşayışlarını uygarlıklarını inceler.Öyleyse uygarlığın dayandığı temel, işaretlerdir. Harflerdir. Sözcüklerdir. Kısaca yazıdır, anlatımdır.
Bir toplumun kültürel birikimini, değerler sistemini geride bıraktığı yazılı belgelerde buluruz. Bu yüzden insanoğlunun en şaşırtıcı buluşlarının başında yazı gelir. Yazı bulunmasaydı insanlığın binlerce yıl içinde yaşadıkları, günümüze kadar gelmeyecekti. İnsanoğlu yazıyı bularak düşünmeyi duygu ve düşüncelerini başkalarına ulaşamaya¬caktı.
Kendinden sonrakilere iletmenin yoluna da bulmuş oldu. Bütün zamanlarda insanların yazılı kültür etrafında toplanmaları her geçen gün kendilerini geliştirmeleri de yazı ile sağlandı. Düşündüklerini, yaşadıklarını, gördüklerini yazıya döken insan öldükten sonra da dünyada bir iz bırakabiliyordu. Yazı artık insanoğlunun ortak aklı, belleğiydi.
Niçin yazı yazdığımızı düşündünüz mü?
İnsan düşüncesini yazarak geliştirebilir. Yazmanın bütün çağlarda vazgeçilmezliği, eşsizliği nereden kaynaklanmaktadır.
Horatius’a göre, “Bilgi, iyi yazmanın kaynağıdır.”
İlya Ehrenburg, “ Başkalarının duyduklarını kendimde duyabilmek için yazıyorum ” d e r. Öyleyse başka insanların acılarını sevinçlerini, kederlerini, kaygılarını, içimizde duymak için yazarız.
Fareler ve İnsanlar , romanıyla tanıdığımız John Steinbeck’in deyişiyle yazmak en büyük gereksinimdir.
Selahattin Batu, “Ancak yazmaya başlayınca bir gerçek oluyorum. Kişiliğim ancak o zaman ışığa dönüyor. Bir devirden belirsizden şekillere doğru kurtuluyorum.” diyerek insanı kişiliğini bulmanın altını çizmektedir.
Kısaca; Haldun Ta n e r’in de dediği gibi, “ Yaşamak yazmaktır.” Hepimiz biliyoruz ki iyi metin oluşturarak söyleyeceklerimizi düzgün anlaşılır bir biçimde anlatmak zorundayız.
Hayatımızın hemen her döneminde karşımıza çıkan yazılı anlatımda bulunması gereken bazı özellikler vardır. Bu nitelikler sözcüklerin doğru seçilmesi, cümlelerin gereği gibi kurulması ve birbirlerine mantıksal bir ilgiyle bağlanması, konuda birliğin sağlanması, bilgilerin doğruluğu, duyguların içtenliğidir. Bu saydıklarımın yanısıra anlatıma uygun bir iletişim biçimi seçilmesi,yazım kurallarına uyulması, noktalama işaretlerinin yerinde kullanılması, yazılı bir metinde bulunması
gerekenlerin başında gelir. Sözcükler anlatımın başlıca öğesidir. Anlatımda sözcüklerin doğru seçilmesine her zaman özen gösterilmelidir. Ünitenin başında modern Türk hikayesinin öncülerinden Sait Faik Abasıyanık’ın “Haritada Bir Nokta” adlı hikâyesini okuduk. Yazar, tanık olduğu kendisini çok üzen bir olaydan yola çıkarak, yazdığı ünlü hikâyesinin sonunda şöyle der, “Söz vermiştim kendi kendime yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka neydi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet, neme gerekti. Yapamadım koştum tütüncüye. Kalem kâğıt aldım oturdum. Adanın tenha yollarında geçerken canım sıkılırsa, küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm.Yazmasam deli olacaktım.”
Bu finalden yazının, anlatımın insan için ne kadar anlamlı, önemli, vazgeçilmez olduğunu anlıyoruz.Ancak yazmaya başlamadan önce ve sonra dikkat edeceğimiz nok¬taları hiç aklımızdan çıkarmadan.
Duygularımızı, düşüncelerimizi, zaman zaman çeşitli zorunluklarla, dışa vurmak zorunda kalırız. Bu bazen bir mektupla ya da bir hikâyeyle dile getirdiğimiz duygu ve d üşü n d ü k l e r i m i z d i r. Bütün yazılı anlatımların çıkış noktası budur. Yazan kendini ifade eden herkes başkalarıyla iletişim kurmak ister. Ceyhun Atuf Kansu, yazma isteğini aşağıda okuyacağınız bir yazısında kendisini yazmaya itenin ne olduğunu sorgular.
Kendi kendine “ Beni yazı yazmaya iten nedir?” Yazma bir çeşit eylemdir. Acıyı yok edebilir miyim? Karanlığı , tutsaklığı, yok edebilir miyim? Burada şiir düz yazı eylem gücü kazanır. En sonu bir bireyim ben. Bir tek insanım. Benim eylemimdir yazı. Bireysel eylemimdir. Bir de deyimleme içgüdüsü var.Bir içgüdüdür yazı yazmak. Şiir, müzik, resim, deyimleme içgüdüsü. Kendini, doğayı, toplumu, insanları ve sonsuz çıkmazı, ölümü deyimleme ama insan en çok neyi deyimleyebilir, kendisini.
Yazmak dünyayı tanımaya çalışmak, kendisiyle ve başkasıyla iletişim kurmaktır. Böylece yazı yazan insanın taşıdığı bir sorumluluk oluşur.Bu bir bakıma toplumsal sorumluluğu da beraberinde getirir. İşimiz ne olursa olsun bir şekilde yazışmayı gerektirir. Eninde sonunda ancak yazmaya ait, temel bilgi ve beceriler elde edilmeden, bu konuda başarı kazanmak oldukça zordur. Mektup, rapor, dilekçe, araştırma ve inceleme gibi yazmaya dayanan türler, özel bir yetenek ve yaratıcılık gerektirmez. Yazmaya ilgili bilgi ve beceriler kazanan herkes bu tür yazıları yazabilir. Herkesten bir roman, bir oyun yazması beklenemez. Buna karşılık herkesten duygularını, düşüncelerini , hayallerini başından geçenleri karşısındakilere anlatabilmesi beklenen bir davranıştır. Hangi türde olursa olsun yazı yazma süreci masa başına oturmaktan önce başlar.

YAZMADAN ÖNCE
Yazmaya başlamadan önce yapacağımız hazırlıklar yazımızın sağlam bir yapısı olmasını sağlayacaktır. Aklımızdan geçenleri tasarladıklarımızı başlıklar hâlinde küçük notlar hâlinde belirlersek hepimiz için çok kıymetli olan zamanımızı yitirmemiş oluruz.
Bunların başında gözlem yapmak gelir. Ünlü Fransız yazar Jean Paul Sartre, Söz Okları adlı eserinde yazarlığa yöneliş döneminde dedesinin kendisine “ Yalnız gözleri olmak yetmez, onlardan yararlanmayı da öğrenmeli insan.” dediğini anlatır.
Hangi konu olursa olsun söyleyebileceklerimin olabilmesi o konudaki gözlem ve yaşantılarımın bulunmasıdır. Bir eşyaya uzun bir süre bakmak, onu ayrıntılarını görmemize imkân sağlar. Bir zaman sonra o eşya neredeyse bizim hayatımızın bir parçası hâline gelir. Bir yazıda anlatacaklarımızı bulmamızda gözlemin etkisi büyüktür. Yazı yazmak gözlemlerimizi aktarmak değil midir? Gözlemden yararlanmanın ilk aşaması bakmasını bilmektir. Bunu Mustafa Nihat Özön şöyle dile getirir:
NOT ALMAK
Hatırlanması için, yazılan kısa yazıya “ not”, onun için yapılan çalışmaya da not tutmak denir.
Hatırlanması gereken şey kısaca bir yere yazılır. Bu not unutmanın önüne geçer. Not alma her şeyi kâğıda, bilgisayara geçirmek anlamına gelmez.Rastgele alınan not¬ların bir değeri yoktur. Notla birlikte not çıkarma, küpür birleştirme, alınan notları değerlendirip zenginleştirme, bölümleme yollarından da faydalanmak gerekir.
Not tutmak; okurken her zaman aklımızı, anlayış ve yeteneğimizi uyanık tutar; dikkat etmeyi , karar vermeyi öğretir.
Notlar amaca göre çıkartılır veya tutulur. Not alma alışkanlığını kazanan insan yapacağı işi önceden tespit eder. Maddeler hâlinde bir yerlere yazar.İhtiyacına göre not¬larını düzenler.
Örneğin markete giderken evinin günlük eksiklerini not etmeyenler çoğu zaman alınacak şeylerin bazılarını unuturlar.

Üç türlü not alınır.
1. Duyduklarınızdan not almak
Duyduklarınızdan not alabilmek için “ zaman” çok kısadır. Bu kısa zamanda duyduğunuzu aynı şekilde yazmak isteseniz siz bir cümleyi yazıncaya kadar konuşan çok şeyler söylemiş olacaktır. Notu aynen yazarak değil, konunun özünü, temel öğeleri¬ni hatırlatıcı, noktalarını kısaltarak anlamı sizce bilinen işaretlerden, simgelerden yarar¬lanarak almalısınız. Ayrıca elinizi çabuk tutmalı, konunun özünü kaçırmamaya çalışmalısınız.
Unutmayınız ki, not almak tam ve net anlamak öğrenmenizi kolaylaştıracak , dersleriniz öğrenmekteki güçlüklerinizi giderecek, zaman kaybetmenizi önleyecektir.
2. Okuduklarınızdan not almak
Derste, çalışırken, ansiklopedi veya İnternet gibi kaynaklardan, gazetelerden, dergilerden yararlanırken yaptığınız çalışmaya okuduklarınızdan not almak denir.Okurken not almadan konunun özünü, temel noktalarını sonradan kolayca hatırlayabilecek kadar kısa bir şekilde yazmalısınız. Alıntıyla not almayı karıştırma¬man. Ayrıca olduğu gibi yazmak yanlışını da yapmamalısınız.Aynen yazacaklarınız kaynağın kendisi varken onu yazmanın hiçbir yararı olmaz.
Üzerinde çalıştiğınız konunun ana noktalarını eksik bırakmadan sonradan kolayca hatırlayabilecek şekilde ne kadar kısa ve öz yazarsanız hatırlamanız da bu doğrultu da olacaktır.
Okuduklarınızdan not almak, ders hazırlamada , bir kaynaktan yararlanmada , kendinizi yetiştirmede, gelecek için bilgi ve belgeleri toplamada çok yararlı olur.
3. Gördüklerinizden not almak
Bir gezi yaparken , televizyonda bir film seyrederken ilginizi çeken hoşuna giden genel şeyleri unutmak istemiyorsanız not almanız gerekir.Unutmamanız gereken şey zaman yeterli olsa da not almanın kuralının değişmeyeceğidir.

NOTLARI DEĞERLENDİRMEK
Örneğin bir seyahat sırasında aldığımız notlar, bir konuşma sırasında duyduğumuz sözler, bir anı gibi özelliği olan bilgiler için tuttuğumuz notlar bir gereç değeri taşır.
Bu tür notlar zaman içinde değerlenir.Bir düşünce, bir olay yazısı gerektiğinde bu notlardan bir gereç olarak yararlanabilirsiniz. Böylece çok önceden aldığınız notlar geleceğinizin en değerli birikimlerinden olur. Not tutmayı hiçbir zaman ertelememeli, titizlikle sürdürmelisiniz.
Notları değerlendirmenin en iyi yolu not defteri, anı defteri, gezi defteri, günce defteri gibi çalışmalardır.
Bu notlardan çok zevkli , ilginç yanları olan yazı konuları çıkarabilirsiniz. Böylece tuttuğunuz notlar gerçek anlamda değerlendirilmiş olur.
ÖZET ÇIKARMA NASIL YAPILIR
“Öz” ad kökünden “-et” ekiyle türetilmiş bir ad olan özet bir söz ya da yazının özünü veren kısaltılmış biçimi diye tanımlanır. Yapılan işe de özetlemek, özet çıkarmak denir.
Özet için bir başka tanımlama ise “ ayrıntısız anlatım”dır. Bütün konuşma ve yazı türleri birer anlatım yoludur. Özet ise bunun karşıtıdır.
Öğrenci için özet çıkarmak , özet çıkararak çalışmak ve bunun yöntemini öğrenmek başarı için atılmış en önemli adımlardan biridir. Öğrencilerin uygulamada titiz olmaları gereken konulardan biri özet çalışması yapmaktır. Yaparak öğrenmek öğrenmenin temel kurallarındandır.
Özet çıkarma; anlatılanların, konuşulanların, ana sınırlarını belirtme, bir hikâyenin bütünü veya bir parçasını kısaltma bir paragrafın, bir gazete veya fikir yazısının ana fikrini çıkarmadır.


Bir eser, bir yazı özetlenirken; yazar hakkında kısa bir bilgi, eserin bölümleri, eserdeki kişilerin önem derecelerine göre sıralanmaları, hayatları, beden ve karakter yapıları, eserin tümünden çıkan yardımcı fikirlerle ana fikir belirtilmelidir.
Özet çıkarma sadece bir metnin uzunluğunu kısaltmak anlamına gelmez. Bunun için önümüzdeki metnin içeriğini kavramak önemli olanla olmayanı kavramak, fikirlerle olayın ana fikirle olan ilgi derecesini bulmak gerekir.
Bir sözün, bir yazının özetini çıkarabilmek için; o sözün, o yazının planını yapmak o planın ana çizgilerini iyi yakalamak gerekir. Böylece o sözü, o yazıyı daha iyi daha öz biçimde anlayıp anlatabiliriz.
Şimdi birkaç örnekle özet konusunu biraz daha pekiştirelim.
BOŞ ZAMAN
Nedir bu boş zaman dediğimiz şey? İşte olmadığımız zamanları boş mu geçiririz biz? Hiç de değil. Bir tanıdığım Gümrük Müdürlüğünden çok bahçesinde yoruluyor. Başka biri bütün hafta pazar günü harcayacağı gücü toplar durur; daha gün ışımadan sırtladığı gibi av tüfeğini soğuk ve puslu bayırları gezmeye başlar. İş dediğimiz ne öyleyse? Tam bilemeyeceğim. Hukukçular bir türlü tanımlıyorlar işi, hekimler başka türlü. İktisatçıların gözünde şurası özüyse işin , politikacılara göre başka bir şey öz. Günlük dilin iş kavramı bilgece bir tanım çerçevesi gibi geliyor bana. Geçimini sağlamak için insanın gerçekleştirmek zorunda olduğu eylemlerle bu eylemlerin sonucunda başarılan şeye iş deriz genellikle.”İşten geliyorum.” ,“ Onu işten çıkardılar.” “ Bu iş geçindirmiyor evi.”, “ Gitmezlik edemem, işimden olurum sonra.” çeşidinden sık sık işitilen konuşmalarda da belirtildiği gibi yaşamak için gerekli bir zaman kullanmanın adıdır iş. Bu zamanın karşısında kendimiz beslenir, giyinir, yakınlarımızı besler, giydirir, oturma durumlarımıza çeki düzen veririz. Buna göre, “ boş zaman” deyince ekmek parası kaygılarının dışındaki zaman anlaşılmalıdır.
Nermi Uygur, Güneşte

Bir yazının özetini yazarken “Kim , hangi yazıda, hangi konuda, hangi düşünceyi açıklamıştır?” sorularının karşılığı verilmelidir. Bu genel kuralı şimdi yukarıdaki yazıya uygulayalım.
“Boş Zaman” Yazısının Özeti
Yazar Nermi Uygur, “Boş Zaman” yazısında boş zaman örneğini konu alarak “Boş zaman deyince, ekmek parası kaygılarının dışındaki zaman anlaşılmalıdır.” ana düşüncesini açıklamıştır. “ Geçinmek için tuttuğumuz belli bir işin; kimi hoşlanarak, bazen de istemeye istemeye o işin gereksinmelere ayırdığımız iş zamanının dışında kalan zaman boş zamandır.” görüşleriyle konu ve ana düşünce geliştirilmiştir.
Yukarıdaki özete baktığımızda içinde atılabilecek tek sözcük yoktur. “ Konu, ana düşünce, görüşler” belirtilmiştir. Ayrıntıya girilmemiştir. İki cümle ile özet bitirilmiştir.
Düşünce yazısında özetin nasıl yapılabileceğini genel özellikleriyle aktarmaya çalışılır.
Olay yazılarında olayın özeti yapılır: Olay yazılarında (roman, hikâye, masal, destan, anı… ) özet olayı, oluşturan “olay, kahramanlar, zaman, yer, dekor, ana düşünce, görüşler, duygular” in bulunup çıkarılmasıdır.



Sizlere örnek olması amacıyla bir roman özeti sunuyoruz:
FAHİM BEY VE BİZ
Abdülhâk Şinasi Hisar’ın romanı
Fahim Bey, Bursa eşrafından birinin oğludur. İstanbul’da Galatasaray Lisesi’nde okumuş, Londra’da elçilik üçüncü katipliği yapmıştır. Ufak tefek yapılı küçük ve yumuk gözlü kendi hâlinde ve saat meraklısı Saffet Hanım’la evlidir. Fahim Bey 1908 Meşrutiyeti’nden sonra Hariciye’den ayrılır. Bursa’da pamukçuluk yapmak ister. Tanınmış bir aileden geldiği için, bazı kimseler bu işe para yatırmaya niyetlenirler, fakat Fahim Bey’in bir “hayal düşkünü” olduğunu anlayınca vazgeçerler. Fahim Bey bir şey yapamaz. Ama bu tasarısının bir gün mutlaka gerçekleşeceği umudu içinde İstanbul’da Galata’da büyük bir işhanında bir yazıhane tutar, dosyalara, defterlere gömülür, hayali yazışmalar düzenler. Ömrü bir kenar mahalledki evde yıl yıl sona ererken , tanıyanların kaçık gözüyle bakageldikleri Fahim Bey, kendi masalsı dünyasında mutludur, bir gün sessizce ölür.”
Yazı yazma ve konuşmada toplanan bilgilerin ve kişisel deneyimlerin, hazırlanacak metnin yazılış amacı ve hedef kitlesine göre düzenlenmesi gerekir. Başarılı bir düzenleme için deneyim ve araştırmalardan elde edileceklerin kısaca not edilmesi ve konuların alt alta yazılması gerekir. Daha sonra bunların gruplandırılması birbirleriyle ilişkili olmaları bir araya getirilmesi gerekir.
Ana düşünce etrafında birleşen düşünce, bilgi, deneyim ve örneklerin sebep-sonuç ilişkisi ışığında düzenlenebilir.
Metnin öyküleme ise öykünün anlatılmasında nereden , niçin ve nasıl başlanması gerektiği üzerinde durulmalıdır.

2.ANLATIMDA TEMA VE KONU
Tema soyut bir kavramdır.
Belli bir bağlamda kişi, yer, zaman ve durum bildiren dil birlikleriyle sınırlandırılması, somutlaştırılması, anlatılması sonucu konu hâline getirilir.
Hayatımız boyunca okur, gerektiğinde de yazarız. Dinler ve konuşuruz. Okuduklarımızın, yazdıklarımızın, dinlediklerimizin konuştuklarımızın mutlaka bir konusu vardır.
Üzerine söz söylenen, yazı yazılan her şey konudur.
Bu tanımlamaya göre atasözü, özdeyiş gibi bir düşünce; bayrak, insanlık, çalışmak, sorumluluk… gibi bir kavram; sevgi, sabır, hoşgörü, bağlılık, korku… gibi bir duygu; yaşanan, görünen, okunan, tasarlanan bir olay; “bir şeyin içinde bulunduğu koşulların hepsi” diye tanımlanan bir durum… konu olabilir.
İsteğimizi anlatmak için üzerinde durduğumuz problem veya içinde hareket ettiğimiz çerçeve de konudur.
Konuyu geniş ve dar kapsamlı olmak üzere iki ayrı görüşle ele almakta yarar vardır… Geniş kapsamlı konulara genel konular, dar kapsamlı konulara da sınırlı konular diyebiliriz.
Her konunun başlıca dört öğesi vardır.
1. Konunun Dayanağı / Düşüncenin Özü
2. Görüş / Yardımcı Düşünceler
3. Görüş Açısı / Yardımcı Düşünceler
4. Yazı Türü

1. Konunun Dayanağı / Düşüncenin Özü:
Bir konunun dayanağı; onu özü ana fikridir. Yanındaki öteki düşüncelerin tümü bu ana düşünce etrafında toplanmaktadır.
2.Görüş / Yardımcı Düşünceler:
Dayanağı yani ana maddesi belirlenen konunun anlatım yönünden tespiti görüş noktasını ortaya koyar. Ev
3. Görüş Açısı / Yardımcı Düşünceler:
Anlatımın kapsadığı alana görüş açısı denir. Anlatımın açı derecesi sınırlandırılmazsa konu bütünlüğünü yitirir. Görüş açısının gereğinden çok geniş tutulması anlatımı dağıtır ve gereksiz ayrıntıların yazıya girmesine neden olur. Bu yönüyle görüş açısının iyi tespit edilmesi gerekir.
4.Yazı Türü:
Konunun işlenmesine uygun düşecek yazı türünün seçimi de çok önem taşır. Konu, taşıdığı fikir, duygu ve düşünce yönünden makale, söyleşi, anı vb. yazı türlerine göre de yazılmayı gerektirebilir. Bir yazının hangi türde yazılacağı, o konunun dayanağı ile görüş noktasının niteliğinden anlaşılır.
TEMA / ANA FİKİR
Her eserin üç öğesi vardır: Konu, ana fikir, tema.
Hangi tür yazı olursa olsun ana fikir yazının özü demektir. Bu yazıdaki yardımcı fikirlerin tümü, bu ana fikir yani öz çevresinde toplanır.
Tema, konudan ayrı bir şeydir. Çokları konu ile temayı birbirine karıştırırlar. Bazı kez temaya konu, bazı kez de konuya tema derler.
Tema, bir yazıda işlenen ve geliştirilen görüş, düşünüş ya da duyuştur.
Bir olayı konu alan yazımızda olayla ilgili kendimize özgü görüş ve düşüncemizi geliştirirsek yazımızın temasını ortaya koymuş oluruz.
3.ANLATIMDA SINIRLANDIRMA
Seçilen konunun çeşitli gereksinimlere cevap verecek şekilde olmasına dikkat edilmelidir. Neyi ele alacağımızı, neyi anlatacağımızı belirlemeliyiz. Konuyu seçme ve sınırlandırma yapmadan önce atacağımız ilk adım olacaktır. Konular şu başlık altında toplanabilir.
- Kişisel konular
- Toplumsal konular
- Bilimsel konular
- Sanat ve kültürle ilgili konular
Seçilecek konunun ilgi çekici bir yazıya dönüşebilmesi için konu hakkında belli bir birikime sahip olmak gerekir. Genel konular yerine özel konulara ağırlık vermemiz yazımızı daha etkili hâle getirecektir.
Yazılı anlatımda yapılan en büyük yanlışlardan biri, belki de birincisi konuyu sınırlandırmadan yazıya başlanmasıdır. Kısacası konunun sınırlandırılmasında sayısız yarar vardır.
Örneğin kültür tarihi konusunda 300 sözcükten oluşacak bir yazı yazacağımızdan yola çıkalım. Oldukça geniş kapsamlı bir konu olan kültür tarihini bu kadar az sözcükle ifade etmemiz imkânsızdır. O zaman genelden özele doğru bir yol izleyerek konuyu sınırlandırmamız gerekmektedir.
Konuyu sınırlandırmak için bazı ölçüleri göz önüne almak zorundayız:
- Sesleneceğimiz okuyucu kitlesinin sosyal ve kültürel yapısı, özellikleri nel¬erdir?
- Konunun hangi yönüne daha çok ağırlık vermeliyiz?
- Konu ile ilgili yeterli birikime sahip miyiz?
- Yazabilmek için gerekli kaynaklara ulaşabilecek miyiz?
- Yazımızın uzunluğu, kısalığı ne kadar olacaktır?
- Yazımızı belli bir zaman süresinde yazabilecek miyiz?
- Yazımızın türü ne olacaktır?
Konuyu sınırlama, yazmada başarıyı sağlayan temel öğedir. Konu sınırlandırılmazsa ortaya koymayı amaçladığımız düşünceler netlik, açıklık kazanmaz, söyleyeceklerimiz açıklıkla belirlenmez. Söyleyeceklerimiz genellemeler olmaktan öteye gitmez. Konudan sapmalar olur. Kısaca yazımız yoğunlaşmaz.
E.Özdemir, A.Binyazar.
Şimdi birkaç tane genel nitelikli konu yazalım:
- Sinema
- Tiyatro
- Roman
- Spor
- İletişim
- Dede Korkut Hikâyeleri
Bunlardan herhangi birini seçip üzerinde yazı yazabiliriz. Diyelim ki, roman konusu işlenecek. Romanın günümüzdeki durumu mu? Türk romanı mı, dünya romanı mı? Roman konuları mı? Milli Mücadele dönemi romanı mı? Batılılaşmayı konu edinen romanlar mı? Bu konularda bir yazı yazmak mümkündür. Ama unutmamamız gereken şey konuyu kesinlikle sınırlandırmaktır.
Genel bir konunun sınırlandırma aşamalarını bir örnekle şöyle gösterebiliriz:
Konuyu anlama gerçekte onu sınırlandırmadır. Konu öncelikle kendimiz ve okuyucu için ilginç olmalı. Güçlü bir yazar olmada konu için sayılanların etkisi çok büyüktür.
4.ANLATIMIN VE ANLATICININ AMACI
Niçin yazdığımızı, amacımızı kesinlikle belirlemeliyiz.
Amacımız yazımızda bir haberi, bir bilgiyi okuyanlara iletme, onların sorularını cevaplama olabilir. Kimi zaman da bizi yazmaya götüren amaç onların davranışlarını değiştirmektir. Kısacası yazma amacımızın yazma öncesinde belleğimizde netleşmesidir. Bunlar; bilgilendirme, öğretme, kanıları değiştirme ve izlenim kazandırma olabilir.
Yazıyı hazırlayış amacıyla anlatım biçimleri arasında sıkı bir ilişki ve etkileşim vardır.
Bilgilendirme amacıyla yazdığımız yazılarda amacımızı içeren cümleye amaç cümlesi diyoruz. Amacımızı ve cümlemizi belirleme yazmaya başlamadan önce atacağımız ikinci adımdır.
Seçeceğiniz bir metnin amaç cümlesini yazabilir misiniz?
Söyleyeceklerimizi Tespit Etme:
Bir konu üzerinde yazı yazabilmek için seçtiğimiz konuda mutlaka söyleyecek sözümüzün, bilgimizin bulunması gerekir. Bunun için de konumuzla ilgili kaynakları araştırıp nelerden yararlanabileceğimizi tespit etmemiz gerekir. Bütün başvuru eserleri (ansiklopediler, sözlükler, kataloglar, dizinler, kitaplar, gazeteler, incelemeler) birer kaynaktır. Ayrıca seçtiğimiz konuya göre bitkilerin, hayvanların, eşyaların, kalıntıların çalışmamıza katkıları olacaktır. Bilgi ve veri toplarken belleğimize çok güvenmemeli, not alma yöntemini benimsemeliyiz. Bu amaçla not alma kartları ya da fişlerini rahatlıkla kullanabiliriz.
Yazının İskeletini Oluşturma:
Yazılar genellikle üç bölümden oluşurlar. Bunlar giriş, gelişme ve sonuç bölümleridir. Giriş, konunun sergilendiği bölüm olup bir ya da daha çok paragraf olabilir. Gelişme bölümü girişte öne sürülen, ortaya konan sorunun, düşüncenin açımlanarak geliştirildiği bölümdür. Bu yönüyle yazdığımız yazının gövdesini oluşturur. Sonuç bölümü ise yazının bir sonuca bağlandığı paragraf ya da paragraflara verilen addır.
Yazıya başlamadan önce plan yapmamız gerekir. Planlama; giriş, gelişme ve sonuç bölümlerinde neleri nasıl bir sırayla vereceğimizi kararlaştırmaktır. Bu aşamada aşağıdaki sorulardan yararlanabilirsiniz:
Yazıya nasıl bir girişle başlamalıyım?
Yapacağım giriş ilgi çekici ve konuyu yeterince sergileyici bir özellik taşıyor mu?
Girişte söylediklerimi açmak ve geliştirmek için düşüncelerimi nasıl bir sıralama içinde anlatacağım?
Yazımın sonuç bölümü nasıl olacak?
Yazımı sonuçlandırırken bir özet yapacak mıyım?
Bu soruları göz önünde tutarak yapacağınız planı kâğıt üzerinde yazılı olarak da şekillendirebilirsiniz.
Yazmaya Başlama:
Konumuzu seçtik, sınırlandırdık, amacımızı belirledik, neler söyleyeceğimizi bulduk ve bunların hepsini nasıl bir düzenleme içinde vereceğimizi kararlaştırdık. Sıra bütün bunları yazıya dönüştürmeye geldi. Güç bir iş olan yazma işinin kesinlikle bilincinde olarak hareket etmeliyiz. Acele etmemeli, sabırlı ve dikkatli olmalıyız. Yazıya girişimiz nasıl olmalı ya da düşündüğümüzden çok farklı bir girişle mi yazıya başlamalıyız?
Soruyla Giriş Yapma:
Okuyucuyu yazının içine çekmek, düşündürmek, yönlendirmek amacıyla sıradan, bilinen bir giriş yerine sorulara dayalı bir giriş yapabiliriz. Aşağıdaki sorulara dayalı giriş metnine bir göz atalım:
“-Neymiş hümanizma?
-Hümanizma, insanın kendine örnek seçtiği bir insanda bütün insanlığı görerek, bularak, severek, insanlığı insanlık yolunda daha ileri götürecek işler yapmasıdır.
-A dostum, gene çok kesin, keskin bir tanımlama yaptın… Haydi insanlığı insanlık yolunda daha ileri götürmeye peki diyelim, ama bir insanda bütün insanlığı görmek, bulmak, sevmek ne demek? İlle de bir insanı mı seveceksin insancıl olmak için? Belli bir insanı değil de bütün insanlığı sevsen daha doğru olmaz mı?
-Olmaz; bulanık, dağınık, esnek bir sevgi olur, bulutlarda kalır. İnsanı bir ahlak disiplinine götürmez, insana kendi kendini aşıp yapıcı olmak fırsatını vermez.”
Azra Erhat,
Dost
Örnek, sorulara dayalı bir giriş türüdür. Yazar sorularıyla bizi yazdığı konunun içine çekip düşündürüyor, yönlendiriyor. Sorulara dayalı bu tür bir giriş yazımıza ilgiyi daha çok çekecektir.
Betimlemelerden (Tasvirlerden) Yararlanma:
Etkili yollardan bir tanesi de yazıların girişine betimlemelerden yararlanarak başlamaktır. Bir bakıma sözcüklerle resim yapma sayılan betimleme okurun gözünde bir görüntü, bir fotoğraf oluşturur. Aşağıdaki betimleme örneğini bu açıdan değerlendirebiliriz:
“Ayaklarım ağırlaştı birden. Toprak yola girmiştim. Sarıkum’un killi toprağı gene tabanımın altında birikiyor, boynumu uzatıyor, beni sallana sendeleye, sancılı sancılı yürütüyordu. Fenere giden yoldaydım şimdi; az kalmıştı köyden çıkmama. Aklımdan, köy diye geçirmeme güldüm sonra. Köy değil, insan bucak bile derken düşünürdü artık herhâlde. Fener uzaktan göründü. O zaman, otelden çıkalıberi ilk olarak başımı kaldırıp bakmış olduğumun farkına vardım. Deniz turuncu bir ışıltı içinde akıyordu. Yumuşamış gibi duran fener, göğün yarısı turuncu, yarısı belirsiz bir maviyle kurşuninin arasında gidip gelen yumuşaklığına, bir başparmağın hafif bir bastırmasıyla gömülmüştü. Dolaylarında her zamanki gibi sarı uğultulu buğdaylar eğilip bükülüyordu. Daracık yoldan buğday tarlalarının arkasındaki çayırlara doğru yürüdüm. Feneri değil evimizi görmek istiyordum. Gene de dolaşa dolaşa gidecektim ama.Çayırlar sapsarı, kuru, sap sap sırıtan arpalarla, pisipisilerle kaplıydı her z a m a n k i gibi.Tren yoluna kadar uzanacak, oradan gidecektim evimize; eskiden de gittiğim yoldan. Güneşte pişen çayırların önündeki beyaz yağlı boyalı, serin evi görecektim…”
Bilge Karasu



Bir Alıntıyla Girme:
Giriş paragrafında okuyucunun dikkatini çekmenin bir yolu da yazıya bir alıntıyla başlamaktır. Yapacağımız alıntı üzerinde duracağımız konuyla ilgili bir özdeyiş, atasözü, yazacağımız konuda tanınmış bir kişinin sözü ile paragrafa başlamaktır. Örneğin yazımızda bir yolculuğu, gurbeti anlatacaksak Faruk Nafiz Çamlıbel’in ünlü Han Duvarları şiirinin giriş bölümüyle başlayabiliriz:
“Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç sakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı
Neden sonra sarsıldı altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar…
Bir Hikâyeden Yararlanma:
Giriş paragraflarında ilgi çekmenin yollarından biri de bir hikâyeden yararlanma yöntemidir:
“Sınavların yapıldığı okul karşı yöne düşüyordu. Yeniden geçtiler caddeyi, ürke ürke. Arka sokaktan yürüdüler. Yüksek bir duvarın yanındaki kapıda durdular. Okulun öğrenci giriş kapısıydı bu. İçeriden uğultular geliyordu. Yağmur taş duvarların arasından çıkan aykırı yeşillikleri parlatmıştı.
Parasız Yatılı
-Bizden de erken gelenler olmuş. Geç meç kalmış olmayalım?
Hademe giyimli bir kadın onlara doğru yürüdü, taşlı yoldan. Bezgin, alışık bakışlarıyla anne, kızın üstünden dışarıda bir şeye bakıyordu.
Anne saygılı sordu:
-Geciktik mi acaba? Çocukların çoğu gelmiş.
Hademe kadın ilgisiz.
-Parasız yatılı imtihanının çocukları hep erken gelir. Hiç gecikmezler.
Çocuk annesinden ayrıldı. Kıyısı duvarlı taş yolda yürümeye başladı. Hademe kadın, görmedikleri bir iskemleyi, görmedikleri bir çatının oraya çekip oturmuş, yün örmeye başlamıştı.
Çocuk dönemeçte arkasına baktı. Dış kapıdan annesi yağmurun altında
gülümseyerek duruyordu. Füruzan
Paragraf Yapma:
Paragraf yapma ve her türlü düşünceyi bir paragrafta işleyip geliştirme oldukça önemlidir. Birçok düşünceyi tek bir paragrafa yerleştirme, tek düşünceyi birden çok paragrafta anlatma yanlışından uzak durmalıyız. Çünkü paragraf bir düşünce biriminin simgesidir.
“Vatanseverlik özverisiyle titizlik bir arda toplanmıştı. 8 Mayıs 1912’de Ayn Mansur’dan Selanik’teki arkadaşı Salih’e (Bozok) gönderdiği mektupta Mustafa Kemal şöyle yazmıştı. ‘Bu gece Derne kuvvetlerimizin bütün kumandanları, zabitleri ile bir müsamere yapılmıştır… Bu güzel kalpli, kahraman bakışlı arkadaşlarımın, bu küçük rütbeli fakat düşmanı titreten büyük kumandanların samimi nazarlarında vatan için ölmek iştiyakını (arzusunu) okuyordum. Bu tetebbu dimağımda sizin, bütün Makedonya muhitinde tanıdığım arkadaşların, bütün ordumuzun kahraman evlatlarının hatırasını canlandırdı. Ve arkadaşlarıma dedim: Vatan mutlaka selamet bulacak. Millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.”
Andrew Mango,
Atatürk
Tanık Gösterme:
Öne sürülen bir düşünce ya da sav, o alanda tanınmış bir kimsenin tanıklığına başvurularak geliştirilebilir. Alıntıladığımız cümleleri tırnak içinde gösterebiliriz. Bunu yazımızın bütün paragraflarında yapabiliriz:
“Ortaoyunlarındaki ‘tekerlemelerin, Karagöz oyunlarındaki ‘muhavereler’ gibi oyunların konuları ile ilgisi yoktur; bunlar Kavuklu’nun söz ustalığını göstermeye yarayan bağımsız parçalardır. Tekerlemelerin kesin sayısı belli değildir. Ahmet Rasim, bir yazısında, Kavuklu Hamdi’de 19 tekerleme bulunduğunu; başka bir yazısında da bunların sayısının 20’yi, 30’u geçmediğini yazmıştır. Musahipzade Celal ise, bunların ‘50’yi mütecaviz’ olduğunu bildirir. Selim Nüzhet Gerçek, ‘ortaoyununda sık sık din¬lenilen tekerlemelerin’ 28 tanesinin adlarını vermiştir.”
Cevdet Kudret
5.ANLATIMDA ANLATICININ TAVRI
SABURLUK (KAKTÜS)
Sahurluk (Kaktüs): Çöllerde yetişen, yaprakları etli ve dikenli bitki. Ana yurdu Orta Amerika’dır. Apuntia (Apuntiya), Cereus (Serus), Echinocactus (Eşinastus) gibi birçok cinsi vardır. Frenk inciri denen Opuntia (Opuntiya) türleri, yenilebilir meyvelerinden ötürü Kuzey Afrika’da da yetiştirilmektedir. Kaktüsün uçlarından birine eklenmiş, etli ve yassı raket biçimindeki dallarının üzerinde ince dikenler bulunur. Kaktüsün;Ceraus, Echinicastus (Bektaşi kavuğu) cinsleri az yağış alan yerlerde çok iyi yetişir, sıcak ülkelerde süs bitkisi olarak yetiştirilir. Bunlar yağmur yağdığı zaman suyu hızlı emer ve içlerindeki organik asitler yardımıyla depo ederler. Gözenekleri (solunum delikleri) yalnız gece açılır, böylece bitki daha az su kaybeder. Kaktüslerin bütün tür¬leri yavaş büyüyen bitkilerdir. Bazı türleri çok güzel renkli çiçekler açtığından saksılarda süs bitkisi olarak yetiştirilir.
Larousse Ansiklopedisi
MAVİ SÜRGÜN
“Sahurluğun çiçeği, bir otomobil egzozunun ‘püf demesiyle beli kırılan çıtkırıldım bir menekşe çiçeği değildir. Sapı on on beş metre boyunda dimdik bir direk¬tir. Bu saplar devi ucuna doğru her yöne, sapla tam çeyrek açıda dümdüz dallar sallar, müzik notalarının do, re, mi’sini andıran bu dalların en aşağısındaki en uzunu, biraz yukarısındaki en kısası, onun üstündeki ise daha da kısa olarak yükselir. Her dalın üst tarafında bir dizi sarı alev yanar. İşte sahurluğun mavilere yükselttiği koca şamdan. Sahurluk çiçeklerle on yıllarca hayattan topladığını yine hayata verir ve bütün canını bir çiçeğe verdiği için ölür. Ama öldüğü hâlde adı üç bin yıldan beri ‘ölümsüz’dür: Athanato. Çiçeğin sapını keserler, çardağa direk yaparlar.”
Halikarnas Balıkçısı

Yukarıda aynı konuda yazılmış iki ayrı metin okudunuz. Birinci metinde sahurluk (kaktüs) çiçeğinin yurdunu, hangi ülkelerde yetiştiğini, cinslerini, sevdiği iklimleri, yağmur suyunu depo ettiğini, yavaş büyüdüğünü ve çok güzel renkli çiçekler açtığı için süs bitkisi olarak saksılarda yetiştiğini öğrendiğimiz bir metin okuduk. Bu metin bize saburluk çiçeği hakkında ayrıntılı bilgi veren bir yazıydı. İkinci metin ise deniz üzerine yazdığı hikâye ve romanlarla ünlenmiş Halikarnas Balıkçısı’nın saburluk çiçeğinden söz ettiği Mavi Sürgün adlı kitabından aldığımız bir bölümdü.
İki metinde de aynı konu işlendiği hâlde anlatımda anlatıcıların farkı bakış açıları ve amaçları birbirinden değişiktir. İşte bu farklılık ve yaklaşım anlatımı doğrudan etk¬iler. Birinci metin olan Larousse Ansiklopedisi’nde bilimsel bir metinle, ikincisinde ise Halikarnas Balıkçısı’nın bütünüyle gözleme dayanan, çiçeği çok yakından tanıyan, özelliklerini bilen ve onu çok seven duygusal yazısını okuduk.
Amacımıza ulaşmak için en uygun anlatım biçimini seçmeliyiz.
Anlatımın başarısı, iletiyi aktaracak kişinin yaklaşımıyla, anlatım biçimiyle doğrudan ilişkilidir.
Anlatıcıya göre iki anlatım çeşidinden söz edebiliriz. Bunlar doğrudan anlatım ve dolaylı anlatım biçimleridir.
Doğrudan anlatım: Kendi duygularımızı, düşüncelerimizi, izlenimlerimizi anlattığımız cümlelerle, başkalarının değiştirmeden aktardığımız sözlerinden oluşan anlatım şeklidir.
İşlediğimiz doğrudan anlatıma örnek olarak Ölü Canlar, Müfettiş gibi eserleriyle bütün dünyada tanınmış yazar Nikolay Gogol’ün “Bir Delinin Güncesi” adlı kitabından kısa bir bölüm okuyoruz:
“Artık acılara dayanacak durumda değilim. Tanrım, neler yapıyorlar bu adamlar bana? Kimse sözümü dinlemiyor! Ne yaptım ben bu adamlara? Ne diye eziyet ediyorlar bana? Benim gibi bir zavallıdan ne isterler? Elimde avucumda bir şey yok ki; istediklerini vereyim. Bittim artık, dayanamayacağım. Beni kurtaracak adam yok mu? Alın beni bu adamların elinden! Üç katlı bir araba verin bana troykama yıldırım gibi atlar koşulsun! Hey yiğit arabacım, sür troykayı! Arabamın çıngırakları şıngır mıngır ötsün! Yiğit atlarım, şahlanın götürün beni bu cehennem dünyasından! Uçurun, çok uzaklara uçurun! Hiçbir şey görüp işitmeyeceğim yerlere götürün beni. İşte gökte bulutlar yığılıp birikmeye başladı, uzakta bir yıldız parladı. Ormanın koyu ağaçları, soluk renkli ay ayaklarımın altından geçip gidiyor…”
Dolaylı anlatım: Başkalarının görüşlerini kendi cümlelerimizle aktarmaya dolaylı anlatım diyoruz. Jack London’dan bir örnek okuyacağız şimdi:
“Yayıncılar ona kendi koşullarını bildirmesini söylemek için yazıyorlardı. Martin yeni bir şey için söz vermekten azimle kaçınıyordu. Tekrar kâğıdı kalemi eline almak düşüncesi onu çıldırtıyordu. Yayıncılardan aşağıdaki mektuplar alıyordu: “Yaklaşık bir yıl kadar önce sizin aşk şiirleri koleksiyonunuzu geri çevirecek kadar şanssız olduk. O zaman onlardan büyük ölçüde etkilenmiştik ama önceden girişilmiş belirli anlaşmalar bizim onları kabul etmemizi engelledi…”
Jack London, Martin Eden
Kişiye Göre Anlatım Çeşitleri
Kişiye göre iki çeşit anlatım vardır:
1. Birinci kişi anlatımı
2. Üçüncü kişi anlatımı

1. Birinci kişi anlatımı: Yazarın kendisinden söz ettiği “ben, biz” sözlerini kullandığı cümleler birinci kişi anlatımına örnektir:
“Dün akşam gün batımı, hiç görmediğim bir güzellikteydi. Pembe turuncu bir buğu vardı gökte. Hele maunaların geçtiği Seine üzerinde gök öyle bir göründü ki, Grenelle Köprüsü’nde ürperdim. Tramvayda baktım; kimse ama hiç kimse görmüyor bu güzelliği. Farkında olan kendinden geçen, tedirgin olan bir yüz yok… Ama diye düşündüm, güzelliği bulmak için, yolculuğa kalkar, uzaklara giderler.”
2. Üçüncü kişi anlatımı: Yazarın başkalarından söz ettiği, “sen, siz, onlar” dediği
cümleler üçüncü kişi anlatımına örnektir.
“Gamsız hastaydı.Çocuklar derhâl bunu fark ettiler. Yemek götürdüler. O verilen yiyecekleri yemiyor, ara sıra titizleşiyor, yalnız bırakmaları için yalvarıyor gibi dişlerini çıkararak hafif hafif bağırıyordu. Gamsız’ın ıstırabını ve bakışlarındaki perişanlığı öğretmenler de gördüler.”
6.ANLATIMIN ÖZELLİKLERİ
Anlatımın özellikleri içinde en önemlilerinden biri de düşüncelerin, duyguların açık bir biçimde ifade edilmesidir. Sözlü olsun, yazılı olsun ifadenin hiçbir engele takılmadan bir su gibi akıp gitmesi, ses akışının bozulmaması gerekir.
Bir Metinde Bulunması Gereken Dil ve Biçim Özellikleri:
Sözcükler anlamca yerinde kullanılmalı: Bir sözcüğün anlamını bilmeden kullanmak sayısız yanlışlara neden olur: “Bu gömlek size çok yakıştı.” cümlesindeki “çok” sözcüğünün yerine “doğru” sözcüğünü getiremeyiz.
Kültür dili sözcükleri kullanılmalı: Konuşmada ve yazmada yerel ağızların, söyleyişlerin yerine kültür dilini kullanmaya özen göstermeliyiz. Çünkü yerel ağzın sözcüklerini herkes bilmez. Ayrıca kültür dili her zaman yöresel kullanımların üstünde yer alır:
“Bir daha istemem büle mamele Ferhatı dedi”
Orhan Kemal, Murtaza
Türkçe sözcük ve deyimlere yer verilmesi: Dilimizi güzelleştirmek, zenginleştirmek hepimizin görevidir. Yazarken ve konuşurken Türkçe sözcükleri kullanmaya özen göstermeliyiz: Kompitur yerine bilgisayar, nazariye yerine ise kuram sözcüklerini tercih etmemiz gibi.
Argo sözcükler ve argo deyimler kullanılmaması: Argo sözcükler belli gruplar içinde özel anlamlar taşıdığı için anlatımda kullanmamalıyız:
“Ethem denilen bu herifi de fasafisonun (önemsiz) biri.”
Osman Cemal Kaygılı, Çingeneler
Kaba sözcük ve sövgü kullanılmamalı: Onur kırıcı söz ve sövgülerin konuşma ve yazmada kullanılmaması gerekir:
“Ulan Bilal, gelsene.” yerine “Bilal gelir misin?” cümlesi kullanılmalıdır.
Gereksiz sözcük kullanılmamalı: Cümlelerde aynı anlama gelen sözcüklerin yan yana kullanılmalı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder